İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Zorunlu hayatlar

Hayatta başarılı olmanın yegâne yolu yaptığı şeyi içinden gelerek yapmak ya da içinden gelen şeyi yapmak. Bugünkü konjonktürde böyle bir cümle kurmak çok komik geliyor kulağa farkındayım ama doğrusu ve olması gerekeni bu. Peki bu hale nasıl gelindi?

Bu durumun kök nedenini eğitim sisteminde aramamız gerekiyor. Henüz çocukken dikta edilen eğitim, çocukların potansiyelini ortaya çıkarmaktan çok uzak maalesef. Zorunluluk kavramıyla tanışılıyor henüz çocuk yaşlarda ve bir ömür boyu da bu zorunluluklarla devam ediliyor. Her ne kadar direnç olsa da sonunda mutlaka pes ediliyor. Bu sebeple de istenilenler değil de zorunluluklar hayatımızın belirleyicisi oluyor.

Seçimleri hep zorunluluk belirliyor. Mesela üniversite. Aldığın puana göre üniversiteye gitmeye zorunlusundur. İstemesen de zorunlu olarak gidiyorsun açıkta kalmamak için. Şanslı ve ailesinin maddi durumu iyi olanlar bir yıl daha şansını deniyor ama şanslılık içinde şanssızlık gençlik dönemlerinde bir yıl kaybediyorlar.

İş hayatına gelince de durum aynı oluyor. Şöyle bir baktığımızda zorunluluktan seçilen işlerde çalışan yüz binleri görebiliriz. Bunun sonucunda zorunluluktan gidilen işler ve verimsizlikler. Bireysel verimsizliklerin toplamı, üretime katkı vermediği aşikardır, bunun neticesinin de ekonomiye negatif yönlü katkı olduğunu söyleyebiliriz.

Tüm dünyadaki sistem bu maalesef. Buna karşı bireylerin elbette elinde mücadele edeceği silahları var. Farkındalığı yüksek tutarak kaderlerini kendisi oluşturacak çalışmalar yapmak. İki yol var önümüzde. Ya sistemin dayattığı zorunluluklara teslim olacağız ya da kendi yolumuzu kendimiz çizeceğiz.

Sistemin bu eksiklerine rağmen bireysel ölçekte eksiklerimizin daha fazla olduğunu söyleyebilirim. En başta okumuyoruz. Küçüklükten başlayan bir okumama veya okumaya karşı bir direnç söz konusu. Okuma konusu açıldığında; okuma eylemini öğrencilikle ilişkilendiriyoruz. Halbuki okumak, hayatı anlamaktır. Bugüne kadar kim okumadan hayatı anlayabilmiş ki? Okumayınca farkındalık da oluşmuyor.

Her şeyimiz olsun istiyoruz ama her şeyimizin olması için gerekeni yapmıyoruz. Kendimizi ihmal ediyoruz. Kendimize yatırım yapmıyoruz. Zahire önem veriyoruz bâtındaki gizli hazineyi bilmeden. Zahirdeki sözde zenginlik tatmin etmeye yetiyor. Telefonumuz son model olsun, arabamız son model olsun, çok para harcayalım gibi zahirdeki zehirlere yöneliyoruz. Hiç kimsenin bâtınla işi yok. Nicelik yani zahirde tüm dikkatimiz. Bâtında yani nitelikle kimse ilgilenmiyor. Bilinmiyor ki insan buz dağı gibidir, zahir kısmı güneşte parlar ama esas derinlik bâtın kısmındadır.

İnsanoğlu esas zenginliğin bâtında olduğunu anladığında çok geç olacak…

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir