İlk yüzyılının başında bağımsızlık mücadelesini İstiklal Savaşı ile veren Türkiye, ikinci yüzyılın başında yönetimsel mücadelesini verdiği İstikbal Savaşı ile vermektedir.
Anadolu coğrafyası her zaman tüm milletlerin sahip olmak istediği bir coğrafya olmuştur. Bu topraklar kadimdir, semavi dinlerin işaret ettiği kadim ve kutsal topraklardır. Bu sebeple de her zaman tüm gözler Anadolu coğrafyasındadır.
Hiç kuşkusuz ki, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de bu topraklar için savaşlar olacaktır. Bu coğrafya, bu yüzden zordur, zorludur. Bu topraklarda hem yaşamak hem de var olmak çaba gerekir. Dünyanın herhangi bir yerinde bir yılda yaşananlar, bu coğrafyada bir günde yaşanır. Bu sebeple Anadolu insanı güçlüklere karşı diğer milletlere göre daha dayanıklıdır. Bu topraklarda yaşamanın bedeli vardır ve ancak bedel ödemeyi göze alanlar var olurlar. Bu toprakları elde etmenin motivasyonu teolojik nedenlerdir.
Bu coğrafyaya hâkim olma planı emperyal güçler tarafından 1900’lü yılların başında yapıldı. Fransız İhtilali etkisi ile azınlıklar, Osmanlı’daki yönetimin kötüye gitmesini fırsat bilerek ayaklandılar. Bu durum Osmanlı için sonun başlangıcı oldu. Osmanlı İmparatorluğu adım adım parçalanmaya giderken, yüzyıllardır çöküşü bekleyen emperyal devletler adeta akbabalar gibi üşüştüler. Osmanlı’nın gerilemesi sonucu dünyanın gerisinde kalması ve devlet ricali yapısındaki bozulmalar birleşince yıkım daha da kolaylaştı. Osmanlı’nın Birinci Cihan Harbi’ne girmesiyle birlikte emperyal devletlerin istediği oldu ve parçalama planlarını hayata geçirmeye koyuldular. Onlara göre çok kolay bir şekilde Osmanlı parçalanacak ve Anadolu emperyal devletlerinin olacaktı. Türklere ise sadece Kuzey Anadolu’ da küçük bir toprak parçası verilecekti. Fakat emperyal devletler yanıldı. Bağımsızlık olmadan yaşayamayan Türkler, topyekûn şekilde büyük bir mücadele ile verdiği kurtuluş mücadelesi sonucunda Anadolu coğrafyasında yaşamaya devam etti.
Emperyal devletler, kurtuluş mücadelesi sonunda elde edilen zafer karşısında bu coğrafyaya askeri olarak hâkim olamayacaklarını anladı. Savaşın cephesini değiştirmeye karar verdiler. Askeri cephe; ekonomik, sosyal ve kültürel alanlara kaydı. Bunun ipuçlarını Lozan Barış görüşmelerinde verdiler. Hatta daha da ileri giderek İngiliz temsilci Lord Curzon, bu konuyu açıkça dile getirdi.
Savaşın seyri değişmişti. Ekonomik, sosyal ve kültürel alanlar başta olmak üzere savaş başladı. Türkiye’ nin gelişmesini engellemek için farklı yollara girdiler. Birçoğunda da başarılı oldular. Winston Churchill’ in “Türkiye solarsa sulayın, büyürse budayın demiştir.” sözü, Türkiye’ ye karşı bakış açısını çok güzel ifade etmişti. Hedefleri, Türkiye’nin gelişmesini; buna karşın iflas etmesini de engellemekti. Türkiye’yi, Ortadoğu ile Avrupa arasında kullanabilecekleri bir ülke olarak konumlandırdılar.
Türkiye ne zaman bir atılım yapsa ve bu rolden çıkmak istese, askeri darbeler, siyasi çatışmalar ve ekonomik krizler gibi araçlarla yönetime balans ayarı verildi. Tüm bunları, çağdaş, demokratik ve özgür bir Türkiye için söylemleriyle meşrulaştırmaya çalıştılar. Fakat son yıllarda Türk milleti, artık bu oyunu görmeye ve olayların perde arkasındaki nihai amacı anlamaya başladı. Özellikle 15 Temmuz askeri kalkışmasıyla bu farkındalık zirveye çıkmıştır. Bu tarih Türk toplumu için milat olmuştur. Emperyalist güçlerin yüzyıllardır süregelen taktiklerinin artık tamamen iflas ettiği tarihtir.
İkinci yüzyılını karşılayan Türkiye, ilk yüzyılında çok çektiği ve gelişmesinin önündeki en büyük engel ile açık şekilde savaşmaktadır. Bu, Türkiye’nin istiklali için verdiğinden sonraki en büyük savaştır. Topyekûn şekilde verilecek savaşta, devlet sistemi ve ricalinin düzgün olmasını sağlarken; toplum da sosyal, kültürel olarak özüne dönmeli ve dezenformasyona karşı çok dikkatli olmalıdır. Toplum bozulan kültür ve sosyal hayatı, genlerinde olan öz haline döndürmesi gerekiyor. Öze dönüş ile kutuplaşmanın olmadığı, farklı fikirlerden oluşan zengin bir düşünce yapısı içinde bir Türkiye sağlanabilirse bu savaş kazanılır. Bunun mücadelesini verirken dezenformasyona karşı çok dikkatli ve uyanık olunması gerekiyor. Devlet ise yönetim sistemini sürekli geliştirerek, devlet kademesinde yer alan devlet insanlarının liyakat esası odağında çalışmasını sağlamalıdır. Herkes üzerine düşeni yaparsa, İstikbal Savaşı kazanılır. Bunun için her bir ferdin ve devlet yöneticilerinin şapkasını önüne koyup öz eleştiri yaparak, geçmiş yüzyılda yapılan hataları tekrarlamadan dersler çıkarılırsa başarı gelir ve İstikbal Savaşı kazanılır.
İlk yorum yapan siz olun